31 Mayıs 2015 Pazar

MİNİMAL ART

     MİNİMAL ART


“Minimal sanat”. İlk kez 1961′de düşünür Richard Wollheim tarafından “içeriği en aza indirgenmiş sanat” için kullanılmış olan minimal art terimi, daha çok üç boyutlu yapıtlar, heykeller için kullanılmıştır. Ancak, 1960′lardan başlayarak Ameika’da yaygınlaşan sanat anlayışının kapsamındaki resmi de tanımlamaktadır.

Minimal sanat, soyut sanatın vardığı en uç noktadır. Sanat yapıtını biçim ve renge indirgemeyi amaçlar. Genellikle, bir minimal sanat ürünü tek bir geometrik biçimli betiden oluşur. Ünlü sanatçıları arasında B. Newman, T. Smith, E. Kelly ve L. Bell sayılabilir.




POP-ART




Pop Art (Pop Sanatı)


II. Dünya savaşından sonra meydana gelen köklü değişimlerin bir getirisidir. Tüketimi çekici hale getirmek için reklamlar, renkli afişler, hatta resimli dergi ve romanlar kullanılmaya başlanır. Pop Art Sanatı tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak doğar, gelişir. Claes Oldenburg bu sanatın öncüsü olmuştur.

20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketi kübizm ve pop art'tı; her ikisi de dönemlerinin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı oluşmuş olan isyanın meyveleriydi.
Kübizm, ekspresyonistlerin fazla uysal ve teslimiyetçi olduklarını söyleyerek ortaya çıkmış, pop art ise soyut sanatın yapmacıklıktan yıkıldığını iddia ederek patlamıştı, aynen verdiği ses gibi: Pop!
Bu, bazılarına göre ‘popüler' kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu. Çok da yanlış bir tanımlama değil aslına bakarsanız, ama o dönemde çıkardığı gürültüyü göz önüne aldığınızda şampanya bile hafif kalır.

Pop art'ın hikayesi 1956'da İngiltere'de başlar:
Dönemin çılgın sanatçılarından Richard Hamilton, bilmecemsi, karmaşık, acayip bir kolaj yapar ve adını da “Just what is that makes today's homes so different, so appealing?” koyar. Tablodaki her şey son derece alaycı ve ironiktir; modern dünyayı simgeleyen garip eşyalarla dolu bir salonun ortasında kas manyağı olmuş bir adam durmaktadır, elinde muhtemelen halter niyetine taşıdığı dev bir topitop vardır, kanepede ise kafasına abajur geçirmiş çıplak bir arka sayfa güzeli sakin sakin hayallere dalmıştır.
O dönem için son derece aykırı bir çalışmadır bu; pek çok insan nefesini tutar ve merakla neler olacağını beklemeye başlar.
Beklenen patlama 60'larda Amerika'dan gelir. O günlerde pek popüler olan sadelik kumkuması minimalizm, böyle renkli ve canlı bir akımın karşısında fazla bir şey yapamaz tabii ki, kaderine küsüp kenara çekilir.
Pop art'ın tartışmasız lideri Andy Warhol ve Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi diğer pop art duayenleri, akademik sanatın gelenekleriyle hemen hemen tüm bağları koparırlar ve soyuta da sırtlarını dönerek halka gerçeği olduğu gibi sunarlar.
New York dev bir atölyeden farksızdır artık, şehirle birlikte ona bağlı tüm değerler de sanatın içindedir. Araba ilahlaşmış, cinsellik alenileşmiş, konserveler, pizzalar, patlamış mısırlar ikonlaşmış, sinema ise düşler ve yıldızlar üretmeye yarayan mükemmel bir makine olmuştur.

Çizgi roman başta olmak üzere, medya ve sinema pop artçılar için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir.
Kendini kabul ettiren şey sıradan bir sanat akımı değil, tam anlamıyla bir ‘hayat tarzı'dır.
Pop art'ın kült ismi Andy Warhol ise New York'ta kurduğu ve “Factory” adını verdiği atölyesinde sade yaratıcılığın sınırlarını aşıp türlü yeniliklere imza atar.
Parlak renklerle adeta badana yapılmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri büyük sansasyon yaratır, Lou Reed'in adıyla anılan rock grubu Velvet Underground'un ilk albümlerinin kapaklarını tasarlar, Coca Cola şişelerini, Campbell's çorbalarının ve Heinz ketçaplarının kutularını boyar. “Tüketim toplumu” olarak bilinen kavram, Warhol için tükenmek bilmeyen bir esin kaynağıdır, bu oburluğu küçümsemek komik olur, zira bütün bu ‘sanat eserleri' daha sonra koleksiyonlarda, galerilerde ve hatta müzelerde baş tacı edilir.
Çizgi roman karelerinin duvarlarımıza kazandırılması ise Roy Lichtenstein sayesinde olur. Aslında Lichtenstein bir çizgi roman çizeri değildi, yaptığı şey geniş açı klişeler çizmekti:
Aşk acısıyla ağlayan kadınlar, bir tartışmanın ortasındaki çiftler, alevler içindeki uçaklardan atlayan pilotlar...
Bu klişeleri, ses efektleriyle ve konuşma balonlarıyla da süsleyerek öncesi ve sonrası olan gerçek çizgi roman kareleri yaratıyordu. Bütün diğer pop artçılar gibi, kopyanın kopyasının kopyasını yapan Roy Lichtenstein, pop art'ı gayet güzel özetliyor: 

“Şehirde bir ağacın önüne oturamam, çünkü şehirlerde hiç ağaç yok. Ve bir ağacı düşündüğümde, ağacın medya (filmler, fotoğraflar, reklamlar vs) tarafından yapılan taklididir aslında aklıma gelen. Ben nesnenin kendisinden çok, taklidini algılarım.” 
Claes Oldenbourg ise tam boyutlarıyla oluşturulan ünlü süper-market-galeri “Store”da, gıda maddelerinin ve tanıdık nesnelerin taklitlerini sunar. Bu durum sadece resim, sinema ve müzik dünyasını değil, tasarımcıları da büyük ölçüde etkileyecektir.
Diğer taraftan İngiltere de boş durmaz; 50'li ve 60'lı yılların Londrası, çılgınlar gibi pop art çağını kutlamaktadır, Peter Blake'in Elvis Presley ve Beatles için yaptığı muhteşem albüm kapakları, Brigitte Bardot için hazırladığı illüstrasyonlar tüm dünyayı etkilemiş, pop tutkusunu zirveye çıkarmıştır.


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/sanat/12538-sanat-akimlari-pop-art-pop-sanati.html#ixzz3bjsLQBzj

Sürrealizm (Gerçeküstücülük)

Sürrealizm (Gerçeküstücülük)

1924'te
Fransa'da ortaya çıkmıştır.
Sürrealistler, Freud'un psikanaliz yönteminden yola çıkmışlardır.
Sanatçı bilinç altındakileri dışa vurarak eserini oluşturur.
Akıl ve mantık değersizdir. İnsanı yönlendiren iç güdülerdir, bilinç altıdır.
Bu akıma göre edebî eserde bir kişinin sevaplarının yanında günahlarının, ahlâka uygun davranışlarının yanında uygun olmayanların da bulunması gerekir.
Bu akımın kurucuları, sanat hayatlarının ilk yıllarında dadaizmin etkisinde kalmışlardır.
   



Aklın, geleneklerin, alışkanlıkların denetiminden uzak, bilinçaltı gerçeklerini yansıtan yani bilinen gerçekle bağını kesip kendince bir gerçek yaratmak amacını güden edebiyat ve sanat akımıdır. Gerek söz, gerek yazı, gerek başka bir şekil ile düşüncenin hakiki faaliyetini ifade eden saf ruhî bir otomatizmdir. Akıl ve mantığın kontrolünden bütün bed ve ahlaki endişeden kurtulmuş olan düşüncenin tespitidir.
"Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak içim başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır".

Türkçe'de "Gerçeküstücülük" olarak karşılanan sürrealizm (surrealisme), Fransızca "surreef (gerçeküstü, gerçek dışı) kelimesinden türetilmiştir. Çok büyük ölçüde Dr. Sigmund Freud'un (1856-1939) tez ve düşünceleri üzerine kurulan sürrealizm, XX. yüzyıl içindeki en yaygın ve en uzun ömürlü sanat akımlarından birisidir. Sürrealizm, dadaizm ve diğer bazı XX. yüzyıl akımlardan birtakım unsurlar almakla beraber, müstakil bir sanat hareketidir. Akım, Birinci Dünya Savaşı yıllarında psikiyatri bölümlerinde çalışmış ve Freud'un düşünceleriyle yakından İlgilenmiş olan Dr. Amire Breton tarafından sistemleştirilmiş; ilk bildirisi (Le Premier Manifeste du Surrealisme) yine onun tarafından 1924'te, bunu tamamlayıcı ikinci bildirisi (Le Second Manifeste du Surrealisme) ise 1930'da ilân edilmiştir. Güzel sanatların çeşitli kolları yanında 1919'dan itibaren edebiyatta; bilhassa şiirde etkili olan sürrealizm, en parlak dönemini 1924-1928 yılları arasında yaşamıştır. Sürrealizmin kurucusu ve lideri Breton, diğer sürrealistlerin bir kısmı gibi, eski bir dadaisttir.

Section d'Or

Section d'Or


  • Section d’Or ( Fransızca’da “Altın Oran”) Puteaux Group olarak da bilinir. Ressamlar ve eleştirmenlerden oluşan bir gruptur.
  • Kübizmden türemiş olan Orphism (Fransız şair Guillaume Apollinaire tarafından kullanılmıştır) ile ilişkilendirilmiştir. Orphizm, Kübizm'den doğan 20'nci yüzyıl sanat akımıdır (koyu renkleri ve kontrastları kullanmayı sürdüren, fakat Kübizm'den daha yumuşak bir stilde)
  • 1912’den 1914’e kadar faaliyet göstermişlerdir.
  • 1912’de grup ilk sergilerini Paris’teki Galerie la Boétie’de açtı. Ayrıca Section d’Or adını taşıyan kısa ömürlü bir dergi de yayınladılar. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla grup aktivitelerine son Verdi.
  • Grubun adı ressam Jacques Villon tarafından önerilmiştir. Villon’un matematiksel oranların etkisine karşı olan ilgisi bunda etkili olmuştur. Bu oranlardan birisi de Altın Orandır. Grubun adı Kübist artistlerin geometrik formlara duyduğu ilgiyi temsil eder.
  • Ana üyeler Robert Delaunay, Marcel Duchamp, Raymond Duchamp-Villon, Albert Gleizes, Juan Gris, Roger de La Fresnaye, Fernand Léger, André Lhote, Louis Marcoussis, Jean Metzinger, Francis Picabia, ve André Dunoyer de Segonzac’tır.

DADA

                     DADA


Jean   Arp,   Richard   Hülsenbeck,   Tristan  Tzara,  Marcel  Janco  ve   Emmy  Hennings'in  aralarında  bulunduğu  bir  grup  genç  sanatçı  ve  savaş  karşıtı  1916  yılında  Zürih'te    Hugo   Ball'in  açtığı     cafe'de  toplandı.Fransızcaca'da oyuncak  tahta  at  anlamına  gelen  Dada  akımın  ismi   olarak  seçildi.Bildiriside  burada  açıklandı  1923'de   tüm    Avrupaya  yayılan  o  dönemin  tüm  gelenekçi  anlatım  biçimlerine karşı  çıkan  ve  temelde  yıkıcı  olan  bir   sanat,  düşünce ve  edebiyat  akımıdır.
Jean Arp

  1.Dünya savaşıyla birlikte yüzyılın çelişkilerinin patlak verdiği bir sırada , ideolojik ve estetik baskılara bir tepki, geleneksel sanatı bütünüyle yadsıyan bir başkaldırı olarak ortaya çıktı.Kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.Bu akımın sanatçıları alışılagelmiş resim tekniklerini bırakarak gündelik kullanılan kağıt,ağaç gibi eşyaları birbirleri ile birleştirerek ilginç eserler ortaya koymuşlardır.

  Bu hareket içinde gelenekçi sanat da olabildiğine inkar edilip alaya alınmıştır. Duchamp'ın bıyıklı ve isterik bakışlı Mona Lisa tablosu, bu düşüncenin haşin bir örneği olarak ün kazanmıştır.


Dadaizm'im öncülerinden  Macar şair Tristan Tzara 1917'de DADA dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergide dadaizmin öncüleri ses şiiri , anlamdışılık şiir ve şans şiiri adını verdikleri yeni şiir biçimlerini denemeye başladılar. Sonra Fransa'nın önde gelen şairleri de dergide çalışmaya başladı.
       Dadaist sanatçılar sanat konusunda fazlasıyla eleştireldi.Yüksek ve güzel olduğu düşünülen sanatı üreten ve ona tapan toplumla    1.Dünya Savaşı'na sebep olan toplum ne de olsa aynı toplumdu. Dadaistlere göre sanat dolaylı yoldan da olsa suçluydu. Daha da kötüsü eğer Alman erkekleri Fransızları ve Rusları süngüleriyle şişlemeye sırt çantalarında Goethe'nin kitabıyla gidiyorlarsa bunu sanat insanlığı aptal yerine koyduğu ,insanların dünyayı olduğundan daha güzel bir yer olarak görmelerine sabap olduğu için yapıyorlardı. İşte Dadaistleri en çok kızdıran ve radikal ifade yollarına iten de buydu.  Dada yerleşik sosyal estetiğe acımasızca bu yüzden saldırmıştır. Güzelliğin, simetrinin ve anlamın bozguna uğratılması  ve geleneksel malzemelerin reddedilmesi Dada'nın başlıca özellikleriydi. 
Dada'nın hemen hemen herşeyi inkar etmesi ,yeni ve güçlü iletişim yöntemlri yaratmış; bunlar şiirde yeni biçimlerin kullanılması , görsel iletişimde ise kolaj ve fotomontaj gibi teknikler olmuştur.Bu tekniklerde resimli dergilerden ,eski mektuplardan , basın ilanı ve etiketlerden kesilen fotoğraflar yeni bir düzenlemeyle yapıştırılmış ve birbiriyle ilgisi olmayan  bu resim ve işaret parçalarından , yeni anlamlar yaratan  bağlantıların kurulduğu , genellikle kışkırtıcı nitelikte düzenlemeler oluşturulmuştur.
 Hans Arp ''Sosyal estetikten zamanla daha fazla uzaklaştım'' adlı yazısında Dada hareketini özetlemiştir. Dada insanın akla uygun davranışlarını ortadan kaldırmayı ve de doğal ve mantıksız düzene yeniden kavuşmayı amaçlamıştır.Dada insanın mantıklı anlamsızlıklarını, mantıksız saçmalıklarla değiştirmeyi istemektedir. İşte  bu yüzden biz Dada'nın büyük davulunu bütün gücümüzle çalıyoruz ve mantıksızlığın övgülerini tüm nefesimizle üflüyoruz. Dada için felsefeler bırakılmış eski bir diş fırçasından daha az değerlidir. Dada onları büyük dünya liderlerine bırakır. Dada erdemin resmi sözlüğünün iğrenç entrikalarını kınamaktadır. Dada saçma olan için vardır ki bu saçmalık anlamsızlık anlamına gelmez. Dada doğa gibi saçma ve akla aykırıdır. Dada doğadan yana ve sanatın karşısındadır.



1922'de üyeler arasındaki sürtüşmelerin artması, yıkıcı etkinliklerin bir sınıra dayanması ve çok sayıda  Dadaist'in Sürrealizm'e yönelmesi sonucu,varlığını sürdürecek bir zemin kalmadığı için son bulmuştur.

SANATÇILARI:
JEAN (HANS) ARP
MARCEL DUCHAMP
MARCEL JANCO
RİCHARD HULSEN BECK
MAN RAY
KURT SCHWİTTERS
MAX ERNST

DER BLAUTE REİTER


                                                         DER BLAUTE REİTER
Der Blaue Reiter-der-blaue-reiter.jpg
Aralık 1911'de Münih'te Wassily Kandinsky ve Franz Marc öncülüğünde kurulan ve soyut sanatın gelişmesinde büyük rol oynayan sanatçılar grubu. Belirli bir sanat programı olmayan ve bir akım ya da okul niteliği taşımayan Der Blaue Reiter 1911-14 arasında birçok sanatçının yapıtlarını topluca sergiledikleri esnek bir örgüt niteliğindeydi. Adını Kandinsky'nin bir yapıtından almıştı. Aynı adla yayımlanan yıllıkta Kandinsky ve Marc'ın estetik konusunda yazdıkları denemelere yer verilmişti. Der Blaue Reiter sanatçıları, Die Brücke grubu gibi dışavurumculuğu benimsemekle birlikte, bu eğilimi lirik soyutlama doğrultusunda kullandılar, ayrıca yapıtlarında onlar kadar ortak bir üslupsal anlatım geliştirmediler. Gizemli duygulara biçim verme kaygısıyla sanatlarına yoğun bir tinsel içerik yüklemeyi amaçladılar. Birçoğu Jugendstil'den, kübizm ve gelecekçilik ile naif sanattan etkilendiler.

Der Blaue Reiter'in Münih'te Moderne Galerie Tannhâuser'deki ilk sergisinde (Aralık 1911-Şubat 1912) Henri Rousseau, David ve Vladimir Burlyuk, Albert Bloch, August Macke, Marc ve Kandinsky'nin yapıtları sergilendi. Rus ressam Alexey von Jawlensky, resmen üye olmamakla birlikte, grubun amaçlarını benimsemişti.


İsviçreli ressam Paul Klee de 1912'de Münih'te düzenlenen grafik-resim sergisine katıldıktan sonra grubun üyesi oldu. Bu sergide yapıtları sergilenen öbür sanatçılar arasında André Derain, Jean Arp, Georges Braque, Maurice de Vlaminck, Mikhail Larionov, Natalya Gonçarova ve Pablo Picasso da vardı.
Der Blaue Reiter'in son sergisi Mart 1912'de Berlin'de ünlü Sturm galerisinde düzenlendi. Ardından sanatçılar 1913'te toplu olarak Birinci Alman Güz Salonu'nda yer aldılar. Bu dönemde Alman asıllı Amerikalı ressam Lyonel Feininger de grupla yakın ilişki kurdu. I. Dünya Savaşı'mn çıkmasıyla Der Blaue Reiter dağıldı.
Savaştan sonra 1924'te Feininger, Kandinsky, Klee ve Jawlensky, Der Blaue Reiter'in ardılı olan Die Blaue Vier (Mavi Dörtlü) adlı grubu kurdular. Feininger, Kandinsky ve Klee o dönemde Weimar'daki Bauhaus'da öğretim üyesiydiler. Grup üyeleri biçim ve üsluba ilişkin benzerliklerinden çok, ortak sergi açma düşüncesinden yola çıkarak birleştiler ve bu düşüncelerini 1925-34 arasında gerçekleştirdiler.


  


DİE BRÜCKE


     

DİE BRÜCKE




  • Dresden'de 1905'te kurulan Alman dışavurumcu sanat topluluğudur.Köprü anlamına gelmektedir.
  •  Kurucu üyeleri; Fritz Bleyl, Erich Heckel, Ernst Ludwig Kirchner ve Karl Schmidt-Rottluff tir.
  • Topluluğa sonradan katılanlar ise; Emil Nolde, Max Pechstein ve Otto Mueller'dir.
  •  Bu akım, sanatla yaşam rasında bir yakınlık kurmayı amaçlar.
  • 20. yüzyılda ortaya çıkan modern sanatın gelecekteki gelişmelerine temel oluşturan bu akım, dışavurumculuk akımını yaratmıştır. 



FUTURISM-FÜTÜRİZM


      FUTURISM-FÜTÜRİZM





  • Füturizm temeli İtalya olan 20.yy’ın başlarında ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Genelde güncel, çağdaş konseptleri ele almıştır (hız, teknoloji, gençlik, şiddet, arabalar, uçaklar vb)
  • Sadece İtalya’da değil, İngiltere ve Rusya’da da paralel hareketler ortaya çıkmıştır.
  • Fütürizm hemen hemen sanatın her dalını etkilemiştir (resim, heykel, seramik, grafik tasarımı, endüstriyel dizayn, tiyatro, film, moda, müzik, mimarlık)
  • Bu hareketin öncüleri İtyalyan Filippo Tommaso Marinetti, Umberto Boccioni, Carlo Carrà, Gino Severini, Giacomo Balla, Antonio Sant'Elia, Tullio Crali ve Luigi Russolo ile RusNatalia Goncharova, Velimir Khlebnikov, ve Vladimir Mayakovsky idir.


Expressionism (dışavurumculuk)

Expressionism (dışavurumculuk)



Doğanın olduğu gibi temsili yerine, iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımı
Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm, naturalizm veempresyonizm akimlarina karsi olarak ortaya çıkmıştır. 
19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.
Dışavurumculuk daha önceden kullanılmış olsa da dışavurumculuk sifati sadece XX. yuzyil sanat eserlerine verilmektedir

Teknikler:
Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının iç dünyası yansıtılır
Sivri keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok sakinliği vurgular
Edward Munch, Kirchner, James Ensor ve Oscar Kokoschka bu akımı takip eden sanatçılardır


Dışavurumcu mimari:
1910 ve 1930 yılları arasında özellikle Almanya'da etkisini gösteren ekspresyonist mimari, bu anlamda da Bauhaus okuluyla paralleklikler taşır.
90 derecelik açıyı ortadan kaldırmak temel teknik olarak düşünülür
İşlevselliği formla bütünleştirme amacı, alışılmamış formların ve yeni malzemelerin kullanılmasıyla ifadeci mimarlık anlayışının kendine özgü dinamiklerini oluşturur
1933 yılında nazi yönetiminin Almanya'da başa geçmesinden 5 yıl sonra ekspresyonist sanat yok olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra ise brütal bir anlayışla etkinliğini yeniden göstermiştir.
1960'larda yapılan Sydney Opera Binası ise, postmodern ifadeciliğin en önemli yapıtları arasında gösterilir.
Dışavurumculuk, kübist, minimalist ya da fütürist anlayışlarla da özdeşleşerek temel bir sanatsal ifade olarak canlılığını sürdürür.
Bruno Taut'un 1914de Köln'deki "Werkbund Sergisi" için hazırladığı "Cam Pavyon" ve Erich Mendelsohn'un 1921'de bitirilmiş olan Potsdam'da bulunan "Einstein Kulesi" ve Hans Poelzig'in tiyatro direktoru Max Reinhardt icin hazirladigi Berlin'deki "Grosse Schauspielhaus" tiyatrosu ic dekorasyonu ekspresyonist mimarlığın onemli ornekleri olarak bildirilir

Yeni izlenimcilik (Neo-impressionism)

Yeni izlenimcilik (Neo-impressionism)




  • Sanat eleştirmeni Félix Fénéon tarafından 1886 yılında ortaya atılmış bir terimidir
  • Bu Fransız akımı Georges Seurat tarafından ortaya çıkmıştır
  • Seurat’ın baş yapıtı A Sunday Afternoon on the Island of La Grande Jatte, bu akımın başlangıcına işaret eder
  • Resim kuramı renklerin bölünmesine ve optik karışıma dayandırılmıştır
  • Pointilist tekniği sıklıkla kullanılmıştır
  • 19.yy’da renk teorisinin geliştirilmesi bu stilin gelişmesinde büyük rol oynamıştır
  • Charles Angrand, Georges Lemmen, Henri Edmond Cross bu akımın temsilcilerindendir

  • Fransız akademik resim geleneğine bağlı Ard İzlenimci ve Pointilist ressam
  • Seurat, izlenimciliğin kurallarına tepki duyanlardandı
  • 1879’da izlenimcilerin dördüncü sergisinden çok etkilendi. Bağımsız olarak çalıştı. İyi bir desenci olduğunu ortaya koyan yapıtlar verdi.
  • Noktalama tekniğinin öncüsü Seurat noktaların beynimizde birleşip bütünlük oluşturacağını savunuyordu. Buna rağmen hacimsellik hissi alınamamaktadır
  •  

          
Georges Seurat

SYMBOLİSM-SEMBOLİZM

                  SYMBOLİSM-SEMBOLİZM




Fırtına,1893,EDVARD MUNCH



  • Farklı anlamlara gelen ya da farklı öğeleri simgeleyen çeşitli sembollerin kullanımıdır. 
  • 1870 yılına doğru Fransa ve Belçika’da natüralizme ve parnasse akımına bir tepki olarak ortaya çıktı. 
  • Dış dünyanın görüntülerini so­mut nesnel gerçeklikleriyle değill, bu görüntülerin sezgilerinden, yansıyan nitelikler aktarılır. 
  • Sembolist edebiyat ise Romantik edebiyatın bir türüdür. 
  • Sembolist akımda roman değil şiir önemlidir. Bu dönemde romanın da dili şiirselleşmiştir. 
  • Sembolistler şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir. Şiirde sözcüğün sesi anlamına yeğ tutulmuştur. 
  • Sembolistlere göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz. Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir. Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir. Anlam kapalılığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır. Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm Sembolist şiirin başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en önemli ögesi durumundadır. 
  • Bireyin duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine simgelerle yüklü ve örtük bir dille anlatmayı amaçlar. 
  • Sembolist şiir, geleneksel Fransız şiirinin uyulması gereken teknik ve tematik kurallarına bir tepkidir. 
  • Sembolistler, sezgi ve izlenimleri, gerçekliğin belirsizliğini ve karmaşıklığını canlandırır. Gerçek değil, gerçeğin insanda uyandırdığı izlenim verilir. Gerçek örtüktür. 
  • Sembolizm’in müzikteki etkinliği edebiyata da yansımış, şair Mallarmé, Wagner’in leitmotiv kavramından etkilenerek, şiirde Sembolizm’in öncülüğünü yapmıştır. 
  • Şairler bu temaları özgür ve kişisel eğretileme ve imgeler aracılığıyla aktarmaya çalıştı. 
  • Yeni kelimeler üretildi. Semboller ve mecazlar kullanıldı. 
  • Sembolleri izah eden Sembolizm lügatı çıkarıldı. 
  • Edebiyatta bireycilik öne çıktı. 
  • Anlatılamayanın sezdirilebileceğini savundular. 
  • Şiirde renk, bilinçaltına inme, ironi önemli oldu. 
  • Matematiksel ritm yerine, psikolojik ritm önemsendi, serbest nazım kullanıldı, hece sayısına dikkat edilmedi. 
  • Bitki örtüsü, Sembolist yazar ve ressamların gözde temalarından. 
  • Akımın önemli edebiyatçılarından bazıları Baudelaire’den etkilenen Mallarme (1842-1898), Rimbaud (1854-1891), Verlaine (1844-1896), Gide (1869-1951), İbsen (1828-1906), Valery (1871-1945), Wilde (1854-1900), Maeterlinck’dir (1862-1949). Türk edebiyatında Sembolizm, genellikle Servet-i Fünun döneminde görülür. Ahmet Haşim (1884-1933) bu akımın en büyük temsilcilerindendir. 

LES NABİS

  LES NABİS


  • Fransa’da ortaya çıkan post empresyonist ve illüstratörler grubu tarafından ortaya çıkmıştır
  • Bugünkü grafik sanat üzerinde çok kuvvetli etkileri olmuştur
  • Art nouveau ile parallellik taşıyan bir biçimi vardır ve sembolizmi çıkış noktası olarak alırlar
  • Paul Sérusier  tarafindan kurulmustur
  • Edouard Vuillard, Félix Vallotton ve Pierre Bonnard grubun diger bir kac üyesidir.
  • Nabi İbranice’de peygamber,elçi (prophet) demektir